Haramı Helalleştirmenin Manası, Hükmü ve Çeşitleri
İslam şeriatinde helalleştirmenin manası: Allah’ın kesin haram kıldığı birşeyi helal kılmaktır.
Hükmü: Böyle yapmak İslam milletinden çıkaran büyük küfürdür.
Delil:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Nesi’ (haram ayların yerlerini değiştirmek) ancak inkarda bir artıştır. Bununla kafirler şaşırtılıp şaşırtılıp saptırılır. Allah’ım haram kıldığına sayı bakımından uymak için, onu bir yıl helal, bir yıl haram kılıyorlar. Böylelikle Allah’ın haram kıldığını helal kılmış oluyorlar. Yaptıklarının kötülüğü kendilerine “çekici ve süslü” gösterilmiştir. Allah, inkarcı bir topluluğa hidayet vermez.” (Tevbe: 37)
Allah (c.c) bu ayette Allah (c.c)’ın haram kıldığı nesi’yi (haram ayların yerlerini değiştirmeyi) helal kılmanın küfrü artırmak olduğunu bildirmiştir. Küfrü artıran şey, küfürdendir. Buna göre Allah (c.c)’ın haram kıldığı şeyi helal kılmak küfürdendir.
Haramı Helalleştirme Çeşitleri:
1 – Haramı Dille Helalleştirmek: Allah (c.c)’ın Tevbe: 37 ayetinde haber verdiği kafirlerin nesi’yi helal kılmaları (haram ayların yerlerini değiştirmeleri) gibi…
Müşrikler haram ayı helalleştirmek istedikleri zaman, hac mevsiminde onlardan bir adam çıkar ve helalleştirmek istedikleri haram ayın ismini, örneğin; Muharrem ayını zikrederek gelecek sene o ayın helal olduğunu, onun yerine Safer ayının haram olduğunu yüksek sesle ilan ederdi.
Dille haramı helalleştirmenin örnekleri;
Devlet yöneticileri, bakanlar ve millet vekillerinin, beşeri sistemlerin kanunlarına bağlı kalacaklarına ve saygılı olacaklarına dair ettikleri yemin gibi sözlü olarak yapılan ameller…
2 – Haramı Yazı İle Helalleştirmek: Haram, yazı ile de helalleştirilebilir. Çünkü yazı bir çok yerde söz yerine kullanılır. Bu sebeble şöyle bir fıkıh kaidesi oluşmuştur:
“Yazı söz gibidir” (El-Mugni Şerhul Kebir c: 11 s: 326-327)
Yazı ile haramı helalleştirmenin örnekleri:
İslam şeriatinde haram kılınan riba (faiz), zina, içki, kumar, kadınların açık gezme serbestliği, müslümanın malını ve canını haksız yere helal kılma gibi amellerin beşeri sistemlerin kanunlarında yazılı olarak helal kılınması gibi...
Beşeri sistemlerin haramı helal kılan yazılı kanunlar şu özelliklere sahibtir:
a) Haramı Yapmaya Zorlayıcıdır:
Bunun en açık örneği; ihtilaf halinde ihtilafı çözecek olan beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerdir.
Beşer aklının ürünü kanunlarla hükmetmeyi ve bu kanunlara muhakeme olmayı İslam dini haram kılmış ve işlenmesini büyük küfür olarak görmüştür. Fakat beşeri sistemler, yazılı olarak çıkardığı kanunlarla müslümanları bu kanunlara muhakeme olmaya zorlarlar.
b) Müslümanın Malını Ve Canını Haksız Yere Helal Kılar:
Beşer aklının ürünü olan yazılı kanunlara göre; Kur’ an’ı bir kenara atarak beşeri kanunları tatbik eden bir yöneticiye karşı çıkan, onu azletmek isteyen bir müslüman suçludur ve ölümü haketmiştir.
Oysa böyle yapmak isteyen bir müslüman Allah’ın kanunlarına göre büyük bir mücahid, Allah’ın hükmünü tatbik etmeyi isteyen ihlaslı bir muvahhiddir.
c) Haramları Meşrulaştıran Müesseselere Ruhsat Verir:
Beşeri sistemler, faizle uğraşan bankalara, kumar oynatan kumarhanelere, her türlü haramların işlendiği gazino, meyhane gibi yerlere ve zinanın meşru hale geldiği genelevlere yazılı ruhsat verirler.
Oysa ruhsat; bir şeyin yapılmasına izin vermektir. Birşeyin yapılmasına izin vermek ise onu mübah kılmaktır.
d) İrtidatı Mübah Kılar:
Beşeri sistemlerin kanunlarında şöyle bir madde vardır:
“İnanç hürriyeti korunmuştur.”
Bu madde, dileyen kimsenin dilediği anda İslam’dan irtidat etmesine hak tanıyan bir maddedir.
e) İslam’da Cezası Olan Suçlara Ceza Verilmesini Gerekli Görmez:
Beşeri sistemlerin kanunlarında İslam şeriatinin ceza belirlediği suçlara, ceza vermemek gerektiğine dair yazılı maddeler vardır. Bu sistemlerin kanunlarına göre ancak, kanunun suç kabul ettiği meseleler suçtur. Bu sebeble onların kanunlarında şöyle bir madde vardır:
“Ancak kanunun belirlediği suç, suçtur ve kanunun suç olarak kabul ettiği suça ceza verilir.”
Bu kanun maddesine göre; beşeri sistemlerin kanunlarında suç olarak yazılmayan bir mesele, İslam şeriatince suç olarak görülse bile, suç değildir. Bu sebeble İslam’ın suç olarak gördüğü bir meselenin işlenmesi serbesttir ve kanuna göre bu meselenin suç olarak yazılmadığı için o ameli işleyene ceza verilmez. Bilakis o kimseye ceza vermek isteyene ceza verilir.
Bu kanun maddesine göre; kadın ve erkek kendi rızalarıyla zina yaparlarsa, bu amelin kanunda cezası olmadığı için zinakar bu kimselere ceza verilmez. Çünkü beşeri kanunlara göre kadın ve erkeğin kendi rızalarıyla zina yapmaları suç değildir.
İslam şeriatinin haram kıldığı içki, kumar gibi ameller de böyledir. Bu gibi ameller İslam şeriatince haram kılınmasına rağmen, beşeri kanunlarca yasak kılınmadığı sürece mübahtır ve bu amelleri işleyenlere ceza verilmez. Bilakis bu kimselere ceza vermek isteyenlere ceza verilir. Zira beşer sistemlerin kanunlarında; “bunlar suçtur” diye yazılı değildir.
Bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur:
Beşeri sistemler Allah (c.c)’ın kesin haram kıldığı meseleleri, haram olduğunu bilerek gerek dille, gerek yazı ile helal kılmışlardır. O halde her kim, bunlar gibi gerek dil ve gerekse yazı ile Allah (c.c)’ın kesin haram kıldığı bir ameli, haram olduğunu bilerek helalleştirirse, işte o kimse büyük küfür işlemiş ve İslam milletinden çıkmıştır. Böyle yapan kimse, bu ameli her ne niyetle veya sebeble yaparsa yapsın hiç önemli değildir.
Haramı, helalleştiren kimse bu amelini, Allah (c.c)’ ın haram hükmünü yalanlayarak yaparsa, yalanlama küfrü işlemiştir. Şayet bu kimse bu amelini, inadi olarak yaparsa, yani; haram hükmünü kabul ettiği halde sırf inadı sebebiyle yaparsa, inadi küfür işlemiştir. Beşeri kanunlarla hükmeden yöneticilerin çoğunun küfrü bu türdendir. Bu yöneticiler Allah (c.c)’ın haram hükümlerini kabul etmelerine rağmen, çıkardıkları kanunların İslam’a zıd kanunlar olduğu kendilerine söylendiğinde, yine de o kanunları insanlara uygularlar ve hatta insanları bu kanunlara uymaya zorlarlar.
İşte böyle kimselerin bu ameli, Allah (c.c)’ın kanunlarını hafife almak ve ona karşı inat etmektir. Allah’ın kanunlarını hafife alan ve bu kanunlara karşı inatçı tavır gösteren kimseler, inadi küfür işleyen kimselerdir.
Burada şu meseleyi de belirtmek gerekir:
“Haramı helalleştiren kimse, ancak haramı kalben helalleştirirse kafir olur” demek İslam akidesine terstir. Çünkü bir kimsenin İslam milletinden çıkması için yalnızca kalble haramı helalleştirmesi şart değildir. Bir kimsenin dille sözlü olarak veya yazıyla, bir haramın helal olduğunu belirtmesi zahiren onun küfre girmesi için yeterlidir.
Kendilerine İtaat Edilmesi Gereken Kimseler:
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
‘‘Allah (c.c)’a itaat edin! Rasule itaat edin! Sizden olan emir sahiplerine itaat edin!” (Nisa: 59)
Kendilerine itaat edilmesi gereken ulu’l emir (emir sahipleri) iki çeşittir:
1 - Müslümanların idari konulardaki emiri.
2 - Müslümanlara ilmi konularda önderlik yapan müctehid alimler.
Hangi konuda olursa olsun, Ulu’l Emir’e, Allah’a ve Rasulüne itaat edildiği gibi itaat edilmez. Zira müslümanların emiri veya İslam alimlerine itaat, ancak Kur’ an ve sünnete bağlı kaldıkları ve bu iki kaynağa göre hüküm verdikleri müddetçe farzdır.
Bu ayet; herhangi bir ihtilaf anında çözüm için baş vurulması gereken asıl mercinin Kur’an ve sünnet olduğunu göstermektedir. Aksi halde iman ve İslam iddiası geçersiz olur.
Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:
“Allah’a ve Rasulüne karşı gelmedikleri müddetçe onlara itaat edin!” (Buhari, Müslim)
Bir başka hadiste şöyle demiştir:
“Allah’a isyanda hiç bir mahluka itaat yoktur.” (Ahmed b. Hanbel)
Sabit olan meselelerde Kur’an ve sünnetin hükmüne tabi olmak gerekir. Fakat ihtilaflı meselelerde değişik ictihadler olabilir. Mesela, bazı ayet ve hadislerden değişik bir kaç mana veya buna bağlı olarak değişik hükümler çıkartma söz konusu olabilir. Bu mana ve hükümlerden ancak bir tanesi doğrudur. Fakat hangisinin kesin doğru olduğunu insanlar bilemez. Bu sebeple bu mana ve hükümlerden hiçbiri delil olmaksızın kesin olarak reddedilmemelidir. Şayet reddedilirse, kişi Allah (c.c) katında doğru olan hükmü reddetmiş olabilir. İşte bu sebeple ictihadi meselelerde Kur’an ve sünnetten delil şarttır. Delil yoksa itaat de yoktur. Değişik bir kaç manaya gelen ayet ve hadislerde, delile göre hareket ederek, kalp hangi tarafa meylediyorsa o mana için: “Bu daha doğrudur” denir, diğer görüşlere ise geçerli delilleri olduğu müddetçe “yanlış” denilmez.
Emir olan kimse, İslam inancına zıd olmamak şartıyla fertlerin görüşlerine aykırı görüş bildirebilir ve buna delil getirir. Bu konuda fertlerin delili onun getirdiği delilden daha doğru olduğuna inanılırsa bile sahih delil getirdiği müddetçe yine de emire itaat edilir.
Ali (r.a), Osman (r.a)’ın hac ibadeti konusundaki görüşlerini kabul etmemesine rağmen onun hükümlerine uymuştur. Çünkü o zaman Osman (r.a) emir idi. Fakat emir olan kimse, Kur’an’a, sünnete ve İslam inancına zıd birşey emrederse ona itaat edilmez. Bilakis ona itaat etmemek farz olur.
Ata Nisa: 59 ayeti hakkında şöyle dedi:
“Allah (c.c)’a ve rasulüne itaat etmek demek, Kur’ an ve sünnete tabi olmak demektir.” (İbni Abdi’l Ber-Cami’ Beyanel-ilm s: 318)
Murik’il Acli şöyle dedi:
“İnsanların Allah (c.c)’ın taatine sıkıca sarılmadıkları bir anda Allah (c.c)’ın taatına sıkıca sarılan kimse, savaştan kaçanların olduğu bir sırada kafirlere saldıran gibidir.” (İbni Ebu Naim-El Hilye c: 2 s: 235, Ahmed-Zühd c: 2 s: 273)